30 Nisan 2012 Pazartesi

birkaç saatin bana ait olduğu karanlıklar.




















          İlaç alıyorum. Uyutuluyorum. Arkadaşlarım beni görmeye geliyor. Kimi çiçek, kimi meyve getiriyor. Sonra onlar kentin yaşamına dönüyor. Ben hastanenin sonsuz yalnızlığına. Geceler çok erken gelir hastanelere. Ama bitmek bilmez. Gün doğmak bilmez. Kış günlerinin hemen öğleden sonra kararıveren havasıyla birlikte akşam çöker hastane koridorlarına. Tatsız bir yemek yiyoruz. Sebze, et ve meyve aynı tadı (tatsızlığı) veriyor. Işıklar mum gibi ölü. Üstelik mum gibi dinlendirici de değil. Derin bir uykuya düşmeye çabalıyorum. Olmuyor. Uzun sürüyor uykunun gelip, beni bana unutturması. Ana rahmine düşüşümü anımsar gibi oluyorum. İlaçların etkisiyle mi? Sonra ana karnındaki gibi, geçici, tedirgin bir uykuya düşüyorum. Her gece kapım açılıyor. Ve işte o korku gene karşımda. Güçlükle sığındığım uykudan uyandırıyor beni.

      - Üstüme gelme, tedirginim, korkuyorum!

Beş yıl süreyle yaşadığım acıları, iki saatlik bir filmde görüyorum. Ben de hastanelerde hastalara oradan kurtulmanın yollarını göstermeye çabalamış, onlara bu dönemlerin geçici olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Hangileri kurtuldu? Bilmiyorum. Şimdi ben özgürüm. Burada özgürlük sözcüğünü yalnızca kapalı olmamak, kilitlerin ardında bulunmamak anlamında kullanıyorum. Ölümle burun buruna geldim, ama işte özgürüm.

  ''Arada durgunluğun acısını çektim.''

  -çocukluğun soğuk geceleri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder