21 Ocak 2012 Cumartesi

küçük kırmızı puantiyeler.

İçimdeki sıkıntıyı yok etmek için bedenime zarar vermek zorundaydım. Hem bir kitapta okumuştum bir kaç sene önce; ‘’intihar eden insanlar hayatlarına değil, içlerindeki acıya son vermek isterler.’’  miş.

Dışarıdakilerin çoğuna göre bugün sıradan bir gün aslında. Apartmanın önündeki minibüsün motor sesini duydum az önce, o yüzünü hiç görmediğim sahibi yine dakikliğinden şaşmadan işine gidiyor. Köşedeki bakkalın kepenk sesini de duydum az önce, o, dükkanından tek bir sigara bile almadığım bakkal amca, başladı yine veresiye defterlerini karıştırmaya. Sigara demişken; en ucuzunu aldığım paketten çıkardığım o son sigaramın tadını en pahalı sigaralarda bile bulamadığımı söylemiş miydim? Hayır, susun rica ederim, ne diyeceksiniz biliyorum; ‘’Sigara içmek öldürür.’’ Ah, hayır sigara değil ki beni öldüren.

**

Yaklaştığını hissediyordum son zamanlarda.

Bitmek bilmeyen baş ağrıları.

Kalbim, kafamın içinde atıyordu sanki. Her atışında hissediyordum onu, evet tam da kafamın içinde.

Beynimde savaşan iki ordu vardı. Her ikisi de hırslıydı. Biri saldırdıkça diğeri daha şiddetli saldırıyordu. Hangisinin kazanması gerektiğini bilmiyordum, umursamıyordum da. Sadece bu savaş bir an önce bitsin istiyordum. Bazı günler tek yapabildiğim yatağımda yatmak oluyordu. Uyandığım an yaşıyor olduğum için kendimden iğreniyordum. Uyanıyordum ama niye? Yapmam gereken bir şey yoktu ki? Gitmem gereken bir yer ya da.

Günüm aymıştı işte. Kimin umurunda?

Odamın içi üç gündür giyilen iç çamaşırı gibi kokuyordu. Bunun beni rahatsız etmeyişinin sebebi neydi bilmiyorum. Fazla mı umursamaz olmuştum yalnızlık yüzünden? Kim önemsiyordu ki ojelerimin rengini?

Tırnağım kırılmış yine. Kimin umurunda?

**

Bu evde benim dışında hareket eden tek insanımsı varlığın gölgem olması ne kadar acı veriyordu bana. Ben ne yaparsam onu taklit ediyordu, bu yüzden sevmiyordum onu. Kim sever ki onu taklit eden birini?  Evime ayna almayışımın sebebi bu muydu? Yoksa aynaya her baktığımda kendimi görmek yerine acımı görüyor oluşum mu? Bilmiyorum.

**

Her şeyim de hazır. Kahverengi pabuçlarımı giydim ya tamamdır. O en sevdiğim gül rengi hırkam da üzerimde. En sevdiğim külotumu da giymişim, sutyenim ile aynı renk tabi.
Tüm bedenimi saran karıncalanma hissi. İlk kez hissettiğim bir şey değil ki bu. Sadece,  biraz daha can yakıcı.
Nefesimin istikrarlı kesilişi...

‘’Ah, ölüyorum işte.’’ Kimin umurunda?

Ölmek de bir sanatmış aslında, tıpkı sevişmek gibi.

Seyrediyorum;

O da ne; küçük kırmızı puantiyeli kahverengi pabuçlar.

Feri kaçmış gözlerimin altında yine o tanıdık morluklar. Dudaklarım yine aynı kurumuşluğu ile kırılgan bir tebessüm içinde. Sıkıntının o mutlu gidişi ile canımı yakan o acı arasında kalmış surat ifadem.
Söyleyebileceğim tek bir şey var;

 ‘’Canını yaktıysam özür dilerim.’’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder