1 Mart 2012 Perşembe

Sohbet.

Yine o sabahlardan birini yaşadım bugün. Kahvem azaldıkça fincanın dibinde kendimi gördüğüm o an ellerime hâkim olamadım, kırık fincan parçalarının üstüne basarak yürüdüm yine bu sabah.

    O var.

    Bir de ben.

   Onunlayken hep mutsuzum. Ama mutlu olduğum günlerde ona olan özlemimi, çocuğunu yitiren annenin bir parçasının hep yitik olmasına benzetiyorum. Gülümsüyorum, gülüyorum o yamuk, sigara ve kahve içmekten sararmış dişlerimi göstererek… Sesli kahkahalar bile atıyorum. Ama kahkahalarımı duyabildiğini hatırladığım dakikada kendimden utanıyorum. Onun sesini duyuyorum, beynimin ta içinde yankılanıyor; ‘’Kahkahalarından nefret ediyorum.’’ Hâlbuki bir adam, güldüğüm anlarda beni çok sevdiğini söylemişti. Ama o da farkındaydı güldüğüm anların azlığının.

      Ona bu denli özlem duyarken, sanki ona hiç ihtiyacım yokmuş gibi görünmek beni fazlasıyla yoruyordu. İç çekişlerimin artmasının tek sebebi buydu. Karşımda oturan her erkeğin fark ettiği o dalıp gidişlerimin sebebi de. Ama erkekler, ah, onlar hep kendilerine bağladılar bunu. Ben de onların o küçük dünyalarında oynadıkları egolarını tatmin eden o sersem oyunlarında başrolde oynamayı hiç geri çevirmedim.

   ‘’Odanı havalandırman lazım.’’ diyen bir adama nasıl bir cevap vermem gerektiğini bilmiyorum. ‘’Bardaklardaki kahve diplerini ne yapacağız peki?’’ Sen kimdin? Hayatımın içine nasıl oldu da bu kadar dâhil ettim ben seni? Oysa tek istediğim basit bir oyunda basit bir başrol oyuncusu olmaktı. Oyundaki rolüne bürünmüş, kendi kimliğini rolünün içinde kaybetmiş basit bir başrol oyuncusu… ‘’Ne düşündüğünü bilmek istiyorum.’’ diyen bir adam nasıl cevap vermem gerekiyordu peki? Ah Tanrım, bu konuda hep çok başarısızım. Repliklerini unutmuş bir oyuncu olabildim sadece, çirkin ve başarısız. Belki de bu yüzden sevmediler beni. Kimin umurunda? Benim tek istediğim onu unutmamak.

   Mutsuz insanların hep kendilerinden bahsettiğini iddia eden bir adamla yaptığım masa başı sohbetlerimi hatırlıyorum. Öyle birer kahvelik sohbetler değildi bunlar. İki insanın birbirine katlanabileceği en uzun süreç içerisinde geçen sohbetlerdi. Karşılıklı sussaydık daha iyi anlaşırdık belki de, kim bilir. Ona hep kendimi anlattığım için mutsuz olduğumu rahatlıkla anlayabildiğini söyler dururdu her sohbetimizin sonunda. ‘’Hayır, ben sana kendimden bahsetmiyordum, ben sana sadece onu anlatıyordum.’’


   Yine o sabahlardan birini yaşadım bugün. Aynadan başka eşyası olmayan odaya geçtim, iki insanın birbirine katlanabileceği en uzun süreç boyunca sohbet ettim onunla.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder